Eski Ramazan Eğlenceleri

Bu makalede sizlere eski ramazan eğlenceleri hakkında faydalanacağınız bilgiler sunuyoruz. Eskiye göre ramazanın çok değiştiği görülüyor. Eski ramazan eğlencelerinin nasıl yaşandığını aşağıda öğrenebilirsiniz.



Ah o eski ramazanlar’ haklı bir özlem mi yoksa hiçbirimizin yaşamadığı kadar eskide mi kaldı o güzel ramazanlar? Ramazanın tarihinde yeni evreler mercek altında

Belediye otobüsü, Topkapı’ya doğru salına salına ilerliyor Oturacak yer bulabilenler kendilerini şanslı hissederken, ayakta kalanlar kimin önce ineceği konusunda tahminler yapıyor İstanbul’un günlük manzaralarından biri haline gelen trafik sıkışıklığının, iftar saatlerinde daha çok artmasıyla otobüste bulunanların zamanında eve ulaşma umutları tükeniyor.

Otobüs ahalisinden duyulan homurtular ara ara yerini evde kurulmuş iftar sofrasının hayali ile dudaklara yerleşen tebessüme bırakıyor Ayaktakilerden biri, “Keşke annem patates de kızartsa, yanına da köfte ne güzel olurdu şimdi” diye geçiriyor içinden Orta yaşlı bir adam, “Pideyi almayı unutmasalar bari” düşüncesiyle hafif hafif sallıyor başını; “Ben yetişemeyeceğim anlaşılan Bundan sonra sabahtan ayırtmalı pideleri…”

AYLAR SÜREN RAMAZAN HAZIRLIKLARI

Otobüs tıkanan trafikte yol bulmaya çalışırken, uzaklarda görülen tarihî caminin mahyaları aydınlanıyor: “Oruç tut, sıhhat bul!” Yol kenarındaki camiden ezan sesi yükseliyor ve birkaç saniyede İstanbul’un semalarını kaplıyor “Allah-u Ekber” nidaları Semaya ezanla birlikte halinden rahatsız otobüs yolcularının homurdanması da yükseliyor Trafiğin tamamen durmuş olmasını fırsat bilen otobüs şoförü, önceden hazırladığı zeytin kavanozunun kapağını açarak ön sıralara doğru tutuyor Ardından ayakta duran delikanlıya seslenerek, “Oğlum bunu sen arka sıralara doğru gezdir bakalım” diyor Mükellef iftar sofraları hayal edenler, verilen birkaç zeytinle oruçlarını açıyor böylece Otobüsten “Allah kabul etsin” temennisi duyulurken boşalan zeytin kavanozunu şoföre uzatan delikanlının gözüne, belediyenin kurduğu iftar çadırının dev afişi çarpıyor: “Eski Ramazanların coşkusunu bizlerle yaşayın…”

Eski ramazanlar trafikte geçmiyordu kuşkusuz Ama iftar çadırlarında da yaşanmıyordu? Sahi nasıl yaşanmıştı o eski ramazanlar? O eski ramazanları yeniden yaşatmayı temel amaç edinen bu günün ramazan eğlenceleri, eskiden ne kadar izler taşıyor? Hayatın her alanında ‘anı yaşa felsefesi’nin hâkim olduğu günümüzde, büyük bir sektör haline gelen ramazan etkinlikleri eskiyle yeniyi harmanlarken, on bir ayın sultanını gecelik eğlencelerle anın içine mi hapsediyor yoksa?

“Eskinin ramazanları mı, şimdikiler mi daha renkli; daha doğrusu renklilik ne? Elli yıl sonra bugünün ramazanları nasıl anlatılacak, yaşayan görür” diyen İlber Ortaylı, ‘İstanbul’dan Sayfalar’ kitabında yaşayanlardan öğrendiği ramazanları bugünün ramazanlarıyla karşılaştırıyor Günümüzdeki ramazanlar bizlerden sonra nasıl hatırlanır bilemeyiz ama, eskiyle günümüzün karşılaştırmasını sizler için araştırdık

Eski Osmanlı yaşantısında on bir ay boyunca sabırsızlıkla beklenen ramazanın geldiğinin habercisi ‘hilal’i ilk görenlerden olmak isteyenlerin sayısı bir hayli fazlaydı Ramazanı ilk gören olmakla birlikte verilen hediyelerden nasibini almak da mümkündü ‘Hilal’i ilk gören kişi, Şeyhülislam ve kadının önünde gördüğüne yemin ettikten sonra Selimiye, Tophane, Beyazıt ve Kandilli Tepesi’nde toplar atılarak ramazanın başladığı ilan edilirdi Bununla birlikte davulcular, davullarını çalarak mahalleleri dolaşır ve halka ramazanın geldiğini duyururdu

Ramazanın ilanından sonra aylar öncesinden başlanan hazırlıklar son bulur ve gelen misafirin neşesi, telaşı kaplardı herkesi Ahalinin durumuna göre doldurduğu kilerlerden çıkarılan yiyecekler önce sahur, ardından da iftar sofraları için hazır hale getirilirdi Şayet ramazanlar yaz aylarına rast gelmişse; o zaman iftar sofralarının başköşesine oturtulan soğuk sular için kurulan ‘kar vakıfları’ iş başı yapardı Aylar öncesinden çalışmalara başlayan kar vakıfları, herhangi bir soğutucunun olmadığı dönemde, dağlarda kar stoku yaparak yaz aylarının kavurucu sıcaklarından bunalmış insanların iftar sofrasında buz gibi su içmelerine yardımcı olurdu Dönemin zenginlerinin başını çektiği kar vakıflarında özel bir yöntemle karların stoklanması lezzeti ile ün yapmış Maraş dondurmasının yapımında da kullanılırdı

Minareler arasında kurulan mahyalar da ramazanın neşesini anlatan unsurlardan Selâtin camilerinde kurulan mahyalar şehrin büyük bir kısmını aydınlatır, bunların aydınlığına özel emirle taşınması zorunlu kılınan fenerler de eklenirdi O devirde sokak lambaları olmadığından yayalar fener taşımak zorunda bırakılmıştı ‘Fener çekmek’ denilen bu kamu görevine katılmayanlar uyarılır, uyarı tekrar ederse fenersizler ceza bile alabilirdi

O eski ramazanlarda, ay boyunca devletin ileri gelenleri ve varlıklı kişilerin konaklarında büyük iftar sofraları kurulurdu Bu konakların iftar sofralarında yer almak için tanıdık olmak şart değildi İnsanların gözlerine kestirdiği eve girebildiği o dönemde kimse kimseye kim olduğunu, nerede ne amaçla tanışıldığını, ismini, işini sormazdı Sadece kapıda bekleyen ağa gelen kişinin kılığına kıyafetine bakarak yer gösterir, misafir, ya büyük sofrada, ya orta sofrada ya da alt katta, kahve ocağı sofrasında ağırlanırdı 12 kişilik pirinç veya değirmi siniler getirtilirdi ortaya, beraberinde de kalem işi işlemeli örtüler… İftar birinci ve ikinci sofra diye iki defada yenilir, arada akşam namazı eda edilirdi Birinci sofra sade fakat çeşitli iftariyeliklerle bezenmiş olurdu: siyah ve yeşil zeytin, iki türlü simit, pastırma, sucuk, hünnap, ceviz, turunç ve erik reçelleri, humas şerbetleri, hurma ve bir de meraklıları için zemzem suyu Akşam namazından sonra geçilen ikinci sofraya ise pastırmalı ve sucuklu yumurta tabağı ile başlanır, bunları müteakip hindi veya tavuk, zamana göre bir sebze yemeği, pilav, börek ve tatlı gibi yemekler ile devam edilirdi Sahurda yenen yemekler iftara oranla daha hafif olur, kurutulmuş meyvelerden yapılan hoşaf, börek ve pilav sahurda tercih edilirdi

Konaklara iftara gelen misafirlere; iftarın ardından konağın sahibi olan kişinin kendi maddi olanakları dâhilinde ‘diş kirası’ adı altında para ya da armağanlar verilirdi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ziya Kazıcı’ya göre diş kirasının anlamı konak sahibinin gelen misafirlere, ‘Siz benim evime kadar geldiniz ve bu yemekleri yemek için ağzınızı, dişlerinizi, çenenizi yordunuz Aynı zamanda benim sevap kazanmama vesile oldunuz’ diyerek onlara duyulan minneti karşılamakmış

DİREKLERARASI RAMAZAN EĞLENCELERİ

İftar yemeğinin ardından verilen kahvelerin aynı anda sunulması şarttı; kahveler soğumasın ve herkes aynı anda içebilsin diye Ardından eğlence başlar, masallar anlatılır, bilmeceler sorulurdu Konaklarda, büyük evlerde teravihten sonra şerbet dağıtılırdı Vakit ilerledikçe konaklar dolar, sohbetler edilirdi Haremlik-selamlık adabına hassasiyetle riayet edildiği o devirde, kadınlar da birbirinin evinde toplanıp sahura kadar vakit geçirirlerdi

İstanbul’da o dönemlerde Avrupa’da olduğu gibi bir gece hayatı yoktu İnsanlar yatsıdan sonra evlerine çekilir, ancak ramazanla beraber iftardan sahura kadar vakitlerini değerlendirmek için sokaklara dökülür, özellikle en canlı eğlence merkezi sayılan Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’na gidilirdi Bu eğlence yerlerine gidenler daha çok evlere, konaklara gidemeyen insanlar olurdu Bugünün ramazan eğlenceleri anlayışının temelini oluşturan Direklerarası’ndaki programlar zannedildiği kadar genelleşmemişti Sadece küçük bir alanı kaplayan etkinliklerde Karagöz-Hacivat, ortaoyunu gösterileri, bazı ünlü meddahların devam ettiği kahveler en çok ilgi gören mekânlar arasındaydı

Çoğu Ermeni ve Rum gruplar tarafından yapılan kanto gösterileri ile tiyatrolar, musiki fasılları, şiir sohbetleri yapılan mekanlar da ilgi çekmeyi başarmıştı Profesör Ziya Kazıcı bu tür eğlencelere Müslümanların da katıldığını tespit etmiş Ama onların çoğunluk tercihi sahura kadar geçen vakti evlerde ibadetle, Kur’an okuyarak, sohbet dinleyerek, Tefsir, Buhari ve Mesnevi şerhleri veya siyer okuyarak geçirmeyi tercih ederlermiş Bazı yerlerde ise ‘Bin bir gece masalları’ ve ‘Ferhat ile Şirin’ gibi eserler anlatılırmış

“AH O ESKİ RAMAZANLAR”

Her yeni ramazana girerken olmazsa olmazlar arasında yerini alan “Eski Ramazan” olgusuna Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’den Ahmed Rasim’e, Hüseyin Rahmi’den Halide Edib’e, Refik Halid’den Ruşen Eşref’e, Samiha Ayverdi’den Yahya Kemal’e kadar pek çok ünlü yazar hatıratlarında, kitaplarında yer vermiş Bununla birlikte bugün orta yaşı geçmiş herhangi birinden “Ah o eski ramazanlar” serzenişini duymak mümkün Eski ramazanlar olgusunun Tanzimat’tan sonra yapılan Direklararası eğlenceleriyle sınırlandığı günümüzde, bu serzenişin hangi dönemi yansıttığı tam olarak bilinmiyor

Yine de ‘geçmişte kalan bütün ramazanlar bugünkinden daha iyidir’ izleniminin topluma hâkim olmaya başladığı günümüzde ünlü yazarların hatıralarından yola çıkan pek çok kurum ve kuruluş eski ramazan eğlencelerini ihya etmek adına program düzenlemekte İftar vaktinde yolda kalmış, evine yetişemeyen, zengin fakir herkesin bir araya geldiği ramazan çadırları bu çabaların bir ürünü

“Öncekiler nasıl bugün birer hatıra ve tarih olduysa, ileri yıllarda da bugünkülerin kendilerine mahsus özelliklerini dile, kaleme getirecek insanlar çıkacaktır” diyen Orhan Okay yaygın kanaatten farklı olarak bugünün ramazanlarının kendi çocukluğuna göre daha canlı geçtiğini ifade ediyor Bugünün ramazanlarının toplumun büyük bir kesiminin ilgi gösterdiği bir ay olarak geçtiğinin üzerinde duran Orhan Okay, artık devlet büyüklerinin, yazılı, sözlü ve görüntülü basının ramazana daha çok ilgi gösterdiğinin altını çiziyor

Yine de kendisini ‘o en eski Osmanlı ramazanlarının büyüsünden kurtaramıyor Okay ve “Uzun bir kuyruğa girmek, alelacele iftar edip hemen evlere dönmek başka şeydir, çok defa akrabanın, komşuların, birbirini tanıyan insanların, aynı mahallede yaşayan muhtaç kişilerin bir araya gelerek âdâp ve erkânıyla uzunca süren bir iftar, sohbet fasılları, hep beraber kılınan teravi, daha sonra bazı yalılarda, bahçelerinde ortaoyunu ve meddah temaşası başkadır O devir kendi örf ve merasimleriyle bitmiştir” ifadelerini kullanıyor

Zaman ilerledikçe eskiye özlemin artacağını vurgulayan Sadık Yalsızuçanlar ise, dünyanın metal çağına, bir bozulma ve kokuşma dönemine girdiğini, gelecekte toplumun daha da kötüleşeceğini düşünüyor Ramazanların geçmişinin bugünden ve gelecekten daha iyi olduğunu söyleyen Yalsızuçanlar, “Biz ramazanın en zor, en kötü dönemini yaşıyoruz” diyor Kendisinin geçmişi özleyen biri olmadığı uyarısında da bulunan Yalsızuçanlar, “Bugün manevi bakımdan özel anlar yaşayan insanlar çok İnsanlar arasında açıktan yemek yememeğe çalışanların sayısı artıyor Bu gelişmeler belki iyiye yorulabilir, ancak geleneksel hayatın kendine özgü renkleri ve tatları yok artık” şeklinde konuşuyor

Yalsızuçanlar özellikle modern yaşam tarzı içerisinde ramazanın ruhaniyetinin yok olmaya başladığı, mahremiyetin deşifre edilmesiyle her şeyin alenileştiği kanaatinde “Ramazan rahmet ayıdır, ibadet ayıdır Bizim ibadetlerimizi eksiksiz yapmamız için ramazan bir fırsat olmalı İnsanlar kimseyi rencide etmeden yardımlaşmalı” diye konuşan Yalsızuçanlar devlet eliyle düzenlenen iftar çadırlarına da karşı Halkın katılımı ve istekleri doğrultusunda yapıldığında daha uygun olacağını düşündüğü çadırlardan bahseden Yalsızuçanlar iftar çadırlarının kameralardan uzak tutulması gerektiğini hatırlatıyor

DİJİTAL RAMAZANLAR ÇAĞINA GİRİYORUZ

Günümüz metropollerinde kitleselleşen her meta gibi Ramazanların da popülerleşmeye zorlandığını ifade eden Mustafa Armağan’a göre, ramazanlar ne kadar popülerleşirse popülerleşsin yine de eskiyle bağını koparamıyor ve daha orijinali üretilemediği için ister istemez gelenekteki formlar egemenliğini sürdürüyor Geleneksel şehir tecrübelerinin mahsulleri olan ramazan eğlencelerinin büyük oranda İstanbul merkezli olarak şekillendiğinin üzerinde duran Mustafa Armağan, Direklerarası’nın, aslında Tanzimat sonrasında oluşmuş ‘tatlısu frengi’ denilen ‘kırma’ memur kesimin eğlence anlayışının adresi olduğunu söylüyor

Yazar Mustafa Armağan, bu tür eğlencelerin devlet televizyonu TRT’nin de yardımıyla esas hale geldiğinin altını çiziyor ve ekliyor; ‘Hâlbuki bırakın Osmanlı Devleti’nin bin bir renkli dünyasını bir kenara, İstanbul’da bile halkın tamamı bu şekilde eğleniyor değildi TRT sayesinde marjinal olan esas haline geldi, esas ise unutturuldu’ Metropol ramazanları ya da dijital ramazanlar çağına girildiğini ifade eden Mustafa Armağan’a göre bu çağa girmenin bedelleri de olacak Kutsallık mahrem dünyalara çekilecek ve kamusal dünyaya daha çok ‘eğlence’ hâkim olacak, eğlence ise tekdüzeleşecek

Uzun bir süredir Sultanahmet’te oturan yazar Mehmet Şevket Eygi ise etkinliklerin yapıldığı stantlara değinerek, buralarda satılan ürünlerin büyük bir kısmının ramazan ve İslam kültürünün bir parçası olmadığını ifade ediyor Şevket Eygi’ye göre, ramazan etkinliklerinde kaliteli olarak yapılması şartıyla Karagöz-Hacivat, ortaoyunu, meddah yer alabilir Bununla birlikte geçmişin anlatıldığı belgeseller ilgi çekici slayt gösterileri eşliğinde sunulabilir, büyük âlimlerin türbelerinin ve camilerin de yer aldığı şehirlerarası gezi turları düzenlenebilir

BU DA MEDYANIN ESKİ RAMAZANI

Ramazan aylarında gazetelerin promosyonlarıyla Müslümanların dinî duygularının sömürülmesinin oldukça eskilere dayanan bir geçmişi var! Geçmiş dönemden günümüze uzanan bu promosyon serüveninin bir örneği 1992 yılında Meydan Gazetesi’nin okurlarına verdiği Dualı Kolyeler! Üzerinde ‘La havle’ yazılı, ‘özenle hazırlanmış, naylon kutulu kolyeler Meydan okuyucularının sıkıntılarını, kederlerini dağıtmak üzere hediye edilmiş Hem de 21 kupona!

SARAYDA RAMAZAN

Osmanlı sarayının ramazan programlarının önemli bir özelliği devrin büyük âlimlerinin bir araya gelip dinî konularda münazara ettikleri ‘huzur dersleri’ydi Huzur derslerinde görev yapan âlimler ‘Mukarrir’ (ders veren) ve ‘Muhatab’ (dersi dinleyen) olmak üzere ikiye ayrılırdı Şeyhülislam tarafından belirlenip, derslere katılmaları için saraya davet edilen muhatap ve mukarrir ders yapar, devlet erkânı ve kadınlar dâhil bütün saray ahalisi bu dersi izler ama soru soramazlardı İslam Tarihi Profesörü Ziya Kazıcı, sadece ramazanda düzenlenen ‘Huzur Dersleri’nin Osmanlı sarayına has bir uygulama olduğunu kaydediyor

Eski Osmanlı yaşantısında halkın hazırlıklarında olduğu gibi sarayda da hummalı bir çalışma içerisine girilir, önceden alınan iftariyeler, börek ve tatlılar için yapılan yufkalar, kuruyemişler, hoşaflıklarla birlikte ihtiyaç görülen her türlü malzeme hazırlanır, depolanırdı Osmanlı sarayında iftar sofrasının hazırlanma usul, gelenek ve uygulamalarının padişahtan padişaha, saraydan saraya değişiklik gösterdiği bir gerçektir Ancak ramazanın 15 günü yapılan Hırka-ı Saadet ziyareti ve bu ziyaretle ilgili gelenekler değişmezdi Bu ziyaret saray erkânına özel şişeler içinde buhur suyu gönderilerek duyurulurdu Buhur suyunu bu şekilde davetiye gibi getiren ağalara hediye vermek âdetti Ziyaret günü iftar da Topkapı Sarayı’nda yapılır ve yemekte o gün için geleneksel hale gelen soğanlı yumurta ve baklava ikram edilirdi

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp