akciger hastaliklari belirtileri oksuruk balgam

Akciger Hastaliklari : Lejyoner Hastalığı (Klima Hastalığı)

Lejyoner Hastalığı, Legionellaceae ailesinden L. Pneumophilia adlı bakterinin neden olduğu pnömoni yani zatürre hastalığı olarak tanımlanır.

Hastalığa neden olan bakteri 1977 yılında Philadelphia‘da Lejyonerlerin toplantısı sırasında ortaya çıkan salgınla birlikte ortaya konulmuş ve bu nedenle Legionella adı verilmiştir.

Bakteri nemli ortamlarda ve akarsu ya da göllerde yaşar ve bu ortamlarda uzun süre canlılığını koruyabilir. Bakteri bu özelliği nedeniyle klima sistemlerinde de yaşayabilmekte ve bu sistemde oluşan aerosollerin ortamda bulunan insanlarca solunması sonucu akciğere yerleşerek hastalığa neden olmaktadır. Hastalığa halk arasında klima hastalığı denilmesinin sebebi de budur. Hastalığı neden olan bakteri büyük oteller ya da buna benzer kuruluşların su sistemlerine doğal kaynaklardan bulaşabilir ve bu sistemler içerisinde bakım ve dezenfeksiyon koşullarına uyulmadığı takdirde üreyebilir. Su sisteminde üreyen bakteriler su boruları, banyo armatürleri gibi çeşitli ortamlarda üremelerin devam ederek suyun kullanımı sırasında oluşan aerosollerin solukla akciğere alınması sonucu hastalığa neden olur.

Hastalık daha kronik akciğer veya karaciğer hastalıkları, kanserler, şeker hastalığı, alkolizm, yoğun sigara kullanımı neticesi savunma sisteminin zayıflaması sonucu ortaya çıkar yani bu sayılan durumlar lejyoner hastalığı için risk faktörü olarak kabul edilebilir.

Hastalığın belirti ve bulguları nelerdir?

Hastalığın belirti ve bulguları hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu belirtilerinden, ölümcül seyreden zatürreye kadar çeşitlilik gösterebilir. Legionella bakterisinın neden olduğu zatürre hastalığında ateş, halsizlik, baş ağrısı, karın ağrısı, yaygın kas ağrıları, deri döküntüleri, kuru öksürük, nefes darlığı gibi belirtiler kısa sürede ortaya çıkar ve ateş 40 dereceye çıkabilir. Bu hastalarda diğer zatürrelerden farklı olarak sıklıkla akciğer dışı belirti ve bulgular da görülür. Karın ağrısı, bulantı - kusma , ishal, bradikardi (kalp atım sayısının azalması) bu belirtilere örnek olarak sayılabilir. Ayrıca bu hastalarda bilinç bozukluğu da görülebilir. Hastaların fizik muayenelerinde pnömoniye has bulgular mevcuttur.

Tanı yöntemleri nelerdir?

Bu olgularda çekilen akciğer grafileri sadece pnömoni bulguları verir yani hastalığın lejyoner hastalığı olduğunu kanıtlayacak özel bir radyolojik bulgu yoktur. Kan sayımında lökosit sayısı normal olabilir ya da hafifçe artmıştır. Karaciğer enzimlerinde ve LDH enzim düzeyinde yükselme, hiponatremi, böbrek fonksiyonlarında bozulma saptanabilir. Sedimantasyon genellikle yüksektir. Bu bulguların hiçbirisi lejyoner hastalığı için spesifik değildir ve tanı koyduramaz. Kesin tanı için her şeyden önce hekimin hastalıktan kuşkulanması ve bu hastalığın tanısına yönelik tetkikleri istemesi gerekir. Balgam, kan ve idrarda Legionella bakterisi ya da onun antijenleri tespit edilerek tanıya ulaşılır.

Tedavi

Hastalığın tedavisinde antibiyotiklerden yararlanılır. Ancak lejyoner hastalığında tedavi için kullanılan antibiyotikler ve bunların kullanım süreleri diğer pnömonilere göre farklılık gösterir. Tedaviye yanıt genellikle çabuk olmakla birlikte ağır seyreden bazı olgularda sekeller kalabilir.

Plörezi (Akciğer zarında sıvı birikmesi)

Biri akciğerin dış yüzünü diğeri ise göğüs duvarının iç yüzünü saran 2 akciğer zarı (plevra) arasında kalan potansiyel boşlukta (bkz: pnömotoraks) sıvı birikmesi olarak tanımlanan plörezi, birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar. Normalde bu 2 plevra yaprağı arasında kayganlığı sağlayacak çok küçük miktarda sıvı mevcuttur. Bu sıvı akciğerin dış zarından salınır ve esas olarak akciğerin dış yüzünü örten iç zardan geri emilir. Yani plevra boşluğunda sürekli bir sıvı hareketi olmakla beraber salınan ve geri emilen sıvı denge halinde olduğundan sıvı miktarı yaklaşık 20 mililitre(ml) düzeyinde sabit kalmaktadır. Birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak salınan sıvı miktarında artma ya da geri emilimde bir blokaj meydana geldiğinde, bu denge bozularak plevra boşluğunda sıvı miktarı artar ve plörezi adı verilen klinik tablo ortaya çıkar.

Plöreziye neden olan akciğer hastalıkları

Verem, akciğer ve akciğer zarı kanseri, zatürre, pulmoner emboli, sarkoidoz, akciğer absesi gibi birçok akciğer hastalığı sıklıkla plöreziye neden olmaktadır. Ülkemizdeki gibi verem sıklığının yüksek olduğu bölge ve ülkelerde, plörezinin başlıca nedeni verem hastalığıdır. Verem hastalığı nedeniyle ortaya çıkan plöreziler her yaş grubunda görülmekle birlikte daha çok genç erişkinlerde karşımıza çıkar. Verem kontrolünde başarılı olmuş ülkelerde ve ileri yaş grubundaki hastalarda, plevrada sıvı birikimine yol açan başlıca hastalık akciğer kanseridir. Akciğer kanserinde kanser dokusunun doğrudan komşuluk yoluyla plevrayı istila etmesi ya da kan dolaşımına kaçan kanser hücrelerinin kan yoluyla plevraya yerleşmesi neticesinde ortaya çıkan plevral hastalık sıvı birikimine neden olmaktadır. Yine bakteri ve virüslere bağlı ortaya çıkan pnömoni hastalığında plörezi bir komplikasyon olarak gelişebilir. Ülkemizde olduğu gibi asbest ve doğada bulunan bazı minerallerle temasın yüksek olduğu bölgelerde, bu maddelere bağlı olarak gelişen akciğer zarı kanseri de (bkz:mezotelyoma) çoğunlukla plevra boşluğunda sıvı birikmesine yol açmaktadır.

Plöreziye neden olan akciğer dışı hastalıklar

+ Kalp yetersizliği,
+ Böbrek yetersizliği, üremi,
+ Karın zarında batın içerisindeki hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan sıvının diyaframdan plevra boşluğuna kaçması,
+ Troid hastalıkları,
+ Akciğer dışı kanserlerin plevra ve akciğere metastazları (meme, over Ca gibi),
+ Yemek borusu kanserlerinin plevraya yayılması,
+ Lenfomalarda göğüs içi lenf bezlerine ya da doğrudan plevraya yayılma,
+ Kardiak by-pass operasyonları sonrası,
+ Kalp enfarktüsü sonrası,
+ Yemek borusunda yırtılma olması,
+ Karaciğer sirozu,
+ Romatoid artrit, Sistemik Lupus eritematosus gibi konnektif doku hastalıkları,
+ Ailevi akdeniz ateşi,
+ Bazı ilaçların kullanılması,
+ Göğüse radyoterapi uygulanması,

gibi birçok hastalık ve durumda plevra boşluğunda sıvı birikimi yani plörezi görülebilir.

Plörezinin belirti ve bulguları

Plöreziye neden olan akciğer ya da akciğer dışı hastalığa ait belirtilerin dışında göğsün yan kısmında hissedilen batıcı tarzda ağrı, toplanan sıvının miktarına bağlı olarak değişen şiddette nefes darlığı en sık rastlanılan belirtilerdir. Ağrı bazı hastalarda omuz veya karında hissedilebilir. Sıvının ilk toplanmaya başladığı dönemlerde hastalar derin nefes alma esnasında, hasta tarafta bir gıcırtı sesi hissedebilirler. Bu ses 2 plevra yaprağının birbirine sürtünmesiyle oluşur ki hastaların muayenesi sırasında hekim tarafından da duyulabilir. Sıvı toplanmasına ait bu belirtilerin dışında altta yatan hastalığa ait şikayetlerin sorgulanması ayırıcı tanı yönünden önemli olabilir. Yüksek ateş, üşüme ve titreme ile başlayan hastalık tablosu daha çok akciğere ait bir enfeksiyon ve bunun komplikasyonu olarak gelişmiş plöreziyi düşündürürken, akciğer tüberkülozlu bir hasta ile teması olan ve iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemeleri, öksürük gibi yakınmaları olan hastada plevra zarının tüberküloz hastalığı akla gelmelidir.

Plörezide tanısal yaklaşımlar

1. Görüntüleme yöntemleri


Yukarıdaki yakınmalarla hekime başvuran hastada ayrıntılı bir anamnez sonrası yapılan muayenede, sıvı toplanan tarafta solunum seslerinde azalma ya da kaybolma saptanması ile plöreziden kuşkulanılır. İlk tanısal tetkik genellikle standart akciğer grafisinin çekilmesidir. Akciğer grafisinde birçok olguda sıvının oluşturduğu gölge görülebilmekle beraber minimal sıvı birikiminde akciğer grafisinde bulgu olmayabilir. Eğer hekim yine de plöreziden şüpheleniyorsa göğüs ultrasonografisi isteyerek az miktardaki sıvıyı saptayabilir. Gerek görülen olgularda bilgisayarlı tomografik tetkikle sıvının özellikleri ve akciğer dokusu hakkında daha detaylı bilgi edinilir.

Akciğer grafisi veya bilgisayarlı tomografide plevra boşluğunda toplanan sıvının yanısıra sıvıya neden olan esas akciğer hastalığına (örneğin akciğer kanseri, verem vs.) ilişkin bulgular saptanabilir.

2. Torasentez

Torasentez bir enjektör yardımı ile göğüs duvarından plevra boşluğuna girilerek bu alanda biriken sıvının alınması işlemidir. Plörezide 2 amaçla torasentez yapılır. Hastada nefes darlığına neden olmayan az miktarda sıvı birikimi söz konusu olduğunda tanıya yönelik tahlillerin yapılması amacıyla gerçekleştirilen torasentez, gerektiğinde sıvıyı boşaltarak hastanın nefes darlığının giderilmesine yönelik olarak da uygulanır.

Torasentezle elde edilen sıvının birçok özelliği sıvı birikimine neden olan asıl hastalığın ortaya konulmasında yol göstericidir. Bazen enjektöre çekilen sıvının görünümü bile daha hiçbir laboratuar yöntemine başvurmadan tanı koydurucu olabilir. Örneğin elde edilen bu sıvı sarı-yeşil iltihap görünümünde ve kötü kokulu ise hastada plevranın enfeksiyonu olan ampiyem tanısı konulabilir ve daha diğer tetkikler devam ederken antibiyotik tedavisi başlanılır. Bakteriyoloji laboratuarına gönderilen sıvıda bakteri varlığı araştırılırken biyokimyasal incelemede sıvının içerdiği protein, LDH (laktik dehidrogenaz enzimi), Ph gibi özellikleri değerlendirilir. Ayrıca patoloji laboratuarına gönderilen sıvıda kanser hücresi olup olmadığı incelenir.

3. Kapalı plevra biyopsisi

Yukarıda tanımlanan yöntemlerle plöreziye neden olan hastalığın tanısına ulaşılamayan hastalarda atılacak 3. adım kapalı plevra biyopsisidir. Kapalı plevra biyopsisi lokal anestezi ile göğüs duvarından plevra boşluğuna özel bir iğne ile girilmesini takiben akciğer zarından parça alınmasıdır. Alınan plevra parçaları patoloji ve bakteriyoloji laboratuarlarına gönderilerek incelenir. Bakteriyoloji laboratuarında kültür çalışmaları ile dokuda verem mikrobunun varlığı saptanırsa bu aşamada tanıya ulaşılır. Ayrıca patoloji laboratuarında incelenen plevra dokusunda kanser ve diğer hastalıklara ilişkin bulguların varlığı halinde yine kesin tanı elde edilir. Plevra dokusunun tüm göğüs iç duvarını örttüğü düşünüldüğünde tek bir noktadan iğne ile alınan biyopsinin bizi her zaman kesin sonuca götüremeyeceği aşikardır. Kapalı plevra biyopsisi ile tanı konulamayan olgularda, hastalığın özelliklerine göre torakoskopi veya açık plevra biyopsisi yapılmalıdır.

4. Açık plevra biyopsisi ve Torakoskopi

Açık plevra biyopsisi genel anestezi altında göğüs duvarının küçük bir kesi ile açılıp doğrudan plevradan parça alınması anlamına gelmektedir. Torakoskopik yöntemlerin gelişmesi ile günümüzde sınırlı sayıda olguda uygulanmaktadır.

Bugün için yaygın olarak uygulanan yöntem olan torakoskopide yine genel anestezi altında göğüs duvarından açılan küçük bir delikten endoskop ile plevra boşluğuna girilerek ve cihaza bir de kamera ilave edilerek tüm plevra boşluğu görülebilir hale getirilir. Bu görüntülü yöntem sayesinde, hasta olan bölgeden biyopsi alınmasıyla olguların çok büyük bir kısmında kesin tanıya ulaşılır.

Tüm bu yöntemlerin elde mevcut olmasına rağmen çok az sayıda plörezi olgusunda plevrada sıvı birikimine neden olan hastalığın tanısına ulaşılamamaktadır. Bu tür olgularda hastanın uzun süre ile takibi gerekir.

Tedavi

Plörezide sıvı birikimine neden olan hastalığa yönelik olarak cerrahi veya tıbbi tedavi uygulanır.

Akciğer kanseri

Erkeklerde en sık görülen kanser çeşidi olan akciğer kanseri, kadınlarda da sigara kullanımının artmasıyla beraber giderek daha sık görülmektedir.

Avrupa Birliği ülkelerindeki tüm kanser olguları içerisinde %21'lik paya sahip olan akciğer kanseri, aynı zamanda hastalığa bağlı yüksek ölüm oranı nedeniyle kansere bağlı ölümlerin %29'undan sorumludur. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1991 yılı verilerine göre, kadın ve erkeklerde kansere bağlı ölümler arasında 1. sırada yer alan bu hastalık, kanser tedavisinde kaydedilen bütün gelişmelere rağmen önemini ve yerini korumaktadır. En sık görülen kanser türlerinden biri olan akciğer kanseri, büyük oranda sigara kullanımına bağlı olarak geliştiğinden aynı zamanda önlenebilir tek kanser türü olarak tanımlanabilir. Yapılan bir çok araştırmada sigara kullanımındaki artışa paralel olarak sıklığını arttıran bu hastalığın, sigara karşıtı kampanyaların başarılı olduğu ülkelerde sigara kullanımındaki azalma ile birlikte insidansının azaldığı saptanmıştır.

Akciğer kanseri gelişimi için risk faktörleri

Akciğer kanseri ile ilişkili birçok risk faktörü tanımlanmış olmakla birlikte bunların en önemlisi sigara kullanımıdır. Akciğer kanseri olgularının yaklaşık %80-85'inde sigara hastalıktan sorumlu tutulmaktadır. Özellikle squamous hücreli akciğer kanseri ve küçük hücreli akciğer kanseri ile sigara kullanımı arasındaki sebep - sonuç ilişkisi çok iyi tanımlanmıştır. Günlük tüketilen sigara miktarı ve tiryakilik süresi ile akciğer kanseri olasılığı arasında doğrusal ilişki bulunmaktadır. Yani daha fazla sigara içenlerde akciğer kanseri riski sigara içmeyenlere veya az sigara içenlere göre artmaktadır.

Sigara kullanımının dışında bazı metal ve kimyasal maddelere mesleksel maruziyet, asbest teması, radon gazı, genetik bazı faktörler, radyasyon, önceden geçirilmiş bazı akciğer hastalıkları ve beslenme alışkanlıkları da akciğer kanseri için risk faktörleri olarak sayılabilir. Örneğin ailesinde akciğer kanseri olan bireylerde akciğer kanseri görülme olasılığı biraz daha fazladır. Özellikle ailede akciğer kanseri öyküsü ile birlikte sigara kullanımı, riski daha da arttırmaktadır. Yine akciğer tüberkülozu, interstisyel fibrozis, büllöz amfizem ve doku harabiyeti ile seyreden diğer bazı akciğer hastalıklarında ortaya çıkan nedbe dokusu akciğer kanseri gelişimi için bir zemin oluşturabilir. Mezotelyoma(akciğer zarı kanseri) için bilinen en önemli risk faktörü olan asbest maruziyeti, aynı zamanda akciğer kanseri riskini de arttırmaktadır.

Akciğer kanserinin hücre tipine göre sınıflandırılması

Akciğer kanseri, hücre tipine göre küçük hücreli akciğer kanseri (small cell) ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri (non-small cell) olmak üzere 2 temel grupta ele alınır. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, squamous, adeno ve büyük hücreli kanser alt gruplarından oluşur. Küçük hücreli ve küçük hücreli dışı akciğer kanserinin seyri ve tedavi yaklaşımı bazı farklılıklar gösterir (bkz. tedavi). Küçük hücreli akciğer kanserinin tüm akciğer kanserleri içindeki sıklığı yaklaşık %15-20 oranındadır. Küçük hücreli dışı akciğer kanserleri arasında yer alan squamous hücreli kanser ülkemizde en sık görülen tiptir ve büyük ölçüde sigara kullanımına bağlı olarak gelişir. Yine aynı grupta yer alan adeno kanser ise bizde daha seyrek görülmekle birlikte örneğin ABD'de en fazla görülen akciğer kanseri türüdür. Squamous hücreli kanser ve küçük hücreli kanser daha çok akciğerin santral bölümlerinde yani ana bronşlar ve lob bronşlarında yer alırken, adeno kanser çoğu kez periferik akciğer alanlarından başlar.

Akciğer kanseri belirtileri nelerdir ?

Akciğer kanseri belirtileri lokal belirtiler ve akciğer dışı belirtiler olmak üzere 2 grupta incelenebilir :

Lokal belirtiler doğrudan akciğere yerleşen tümörün ve onun bölgesel lenf bezlerine metastazlarının ortaya çıkardığı öksürük, balgam çıkarma, nefes darlığı, göğüs, omuz, kol veya sırt ağrısı, kan tükürme, ses kısıklığı, yüz ve boyunda şişme, hışıltılı solunum gibi belirtilerdir. Ancak hastalığın başlangıç döneminde olguların büyük çoğunluğunda belirti yoktur. Birçok olguda ise öksürük erken bir belirti olmakla birlikte hastaların büyük çoğunluğu sigara kullandığından öksürüklerinin sigaraya bağlı olduğunu düşünerek hekime başvurmazlar. Bu nedenle uzun süren (3 haftadan uzun) öksürük varlığında veya önceden varolan öksürüğün karakterinde bir değişme ortaya çıktığında, örneğin öksürükle birlikte balgamla karışık kan gelmesi gibi durumlarda mutlaka kontrolden geçmek gerekir.

Akciğer kanserinin akciğer dışı belirtileri, tümörün diğer organlara metastazlarına bağlı olabildiği gibi tümörden salınan bazı immünolojik ve hormonal maddelere bağlı da olabilir.

Metastaz belirtileri organa özgü olup örneğin kemik metastazlarında ağrı, beyin metastazında bilinç bozukluğu, kasılmalarla seyreden nöbet, görme bozuklukları olabilir.

Metastaz belirtilerinin dışında iştahsızlık, kilo kaybı, kuvvet kaybı, halsizlik, ateş gibi şikayetler olguların birçoğunda görülebilir. Ayrıca özellikle küçük hücreli akciğer kanserinde tümörden salınan bazı hormonal maddelere bağlı olarak parmaklarda çomaklaşma, deri lezyonları, nörolojik tablolar, kan tablosunda bozulma gibi bulgular olabilir.

Akciğer kanserinde tanı ve evreleme

Yukarıdaki belirti ve bulgularla hekime başvuran hastalarda ayrıntılı bir öykü ve fizik muayenenin ardından tanı için atılacak ilk adım standart akciğer grafisi (2 yönlü) çekilmesidir. Birçok olguda bu görüntüleme yöntemi ile tümör ya da tümörün oluşturduğu enfeksiyon, plörezi, atelektazi (akciğerin çökmesi) gibi tablolar saptanabilir. Akciğer grafisinde tümör ya da tümör ile ilişkili olabilecek diğer görünümlerin saptanması halinde atılacak 2. adım genellikle akciğerin bilgisayarlı tomografisinin çekilmesidir. Bilgisayarlı tomografi görülen lezyon hakkında detaylı bilgi verdiği gibi standart akciğer grafisinde görülemeyecek kadar küçük olan diğer lezyonların görülmesine de olanak sağlar. Standart akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografilerin incelenmesinden sonra hastalığın bölgesel yayılımı ve lokalizasyonu ortaya çıkar. Hekim bu noktada artık kesin tanı için gerekli olacak biyopsi yönteminin ne olacağına karar verebilir. Örneğin cerrahi müdahale düşünülen olgularda ve santral bölgede yer alan tümörlerde bronkoskopi yapılması hem evreleme hem de tanı için gerekli iken, bronkoskopi ile ulaşılamayacak periferik bölgelerde yer alan tümörlerde bilgisayarlı tomografi rehberliğinde iğne biyopsisi tercih edilebilir. Yine bu ilk incelemelerin sonucunda tümöre cerrahi bir girişim düşünülmüyorsa tanı için ilk aşamada balgam muayenesi istenebilir. Bu tür hastalarda balgamın sitolojik incelemesi sonucunda tanıya ulaşılamaz ise diğer yöntemlere başvurulur.

Akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografi ile görüntülenen tümörde balgam, plevra sıvısı sitolojisi, bronkoskopi veya iğne biyopsisi gibi yöntemlerle hücre tipi tanısı da konulduktan sonra elde edilen sonuca göre evreleme çalışmalarına başlanmalıdır. Kanserde evreleme hastalığın seyri ve uygulanacak tedavi yönteminin belirlenmesi açısından son derece önemlidir ve mutlaka yapılması gerekir.

Küçük hücreli akciğer kanseri sınırlı ve yaygın evre olmak üzere 2 evrede incelenir. Sınırlı evrede hastalık göğsün tek bir tarafı ile sınırlıdır, karşı akciğere veya diğer oraganlara yayılım yoktur. Yaygın evre küçük hücreli akciğer kanserinde hastalık, akciğer dışı diğer organlara ya da karşı akciğere metastaz yapmıştır. Sınırlı ve yaygın evrelerde tedavi farklılık gösterdiğinden küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konulan olgularda en azından beyin tomografisi ya da MR'ı, kemik sintigrafisi ve üst batın tomografisi veya ultrasonografisi ile uzak organ metastazları araştırılmalıdır.

Küçük hücreli dışı akciğer kanserinin erken evrelerinde cerrahi tedavi sağkalım üzerine en etkili tedavi modalitesi olduğundan bu hastalıkta evreleme çalışmaları küçük hücreli akciğer kanserine göre daha detaylı incelemeleri gerektirir. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde evreleme TNM sistemine göre yapılır. Bu sistemde T ile tümör boyutu, tümörün komşu doku ve organlarla ilişkisi, tümörün bronkoskopik görünümü gibi birçok özelliği tanımlanırken, N tümöre ait bölgesel veya uzak lenf bezlerindeki metastaz varlığını yada yokluğunu tanımlar. M uzak organ metastazları ile ilişkili olup, M1 olarak tanımlanan olgular yani uzak organ metastazı saptanan olgular doğrudan başka bir incelemeye gerek olmaksızın evre IV olarak sınıflandırılır. TNM sistemine göre akciğer kanseri olguları evre I, evre II, evre III ve evre IV olarak dört grupta ele alınır. Evre I ve II, erken evre akciğer kanseri olarak tanımlanır ve bu tür olgularda mutlaka cerrahi tedavi olanakları araştırılmalıdır.

Akciğer kanseri tedavisi

Akciğer kanseri tedavisi multidispliner bir yaklaşım gerektirir. Yani akciğer kanserinin tedavisi ve takibi Göğüs Hastalıkları, Onkoloji ve Göğüs Cerrahisi uzmanlarının işbirliği ile kararlaştırılmalı ve yapılmalıdır.

Küçük hücreli akciğer kanserinde tedavi

Küçük hücreli akciğer kanserinde seçilecek tedavi yöntemi cerrahi dışı yaklaşımlar yani kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarıdır. Bu tür kanserin kombine kemoterapi ve radyoterapiye yanıtı genellikle çok iyidir ve kısa sürede tümör ve metastazlarının boyutlarında gerileme ya da radyolojik olarak silinme olduğu görülür. Sınırlı evre küçük hücreli akciğer kanseri olgularında kemoterapi ile birlikte uygulanan radyoterapi, sadece kemoterapi uygulanmasına göre daha iyi sonuç vermektedir. Yine sınırlı evredeki hastalıkta beyne koruyucu radyoterapi uygulanması da tedavi yöntemleri arasında yer alır. Yaygın evrede ise seçilecek tedavi yöntemi kombine kemoterapidir ancak beyin metastazı varlığında buraya radyoterapi uygulanmalır.

Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde tedavi

Küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı konulan ve evre I, II ve bazı seçilmiş evre III olgularda tercih edilecek tedavi yöntemi cerrahi girişim olmalıdır. Bu tür olgularda cerrahi sonrası gerekli görülürse kemoterapi yada radyoterapi uygulamaları da yapılabilir. İleri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinde ise kemoterapi ve akciğer dışı beyin, kemik gibi organ metastazları varlığında buraya yönelik radyoterapi uygulanılır.

Akciğer kanserinden korunma ve erken tanı

Akciğer kanserinden korunmanın en etkin yolu sigarayı bırakmaktır. Bunun dışında endüstride kullanılan bazı metal ve kimyasal maddelere karşı tedbir alınması, hava kirliliği ile mücadele, radyasyon maruziyetinden kaçınma, korunma önlemleri olarak sayılabilir.

Akciğer kanserinde erken tanının önemine ilişkin çok büyük hasta gruplarını içeren çalışmalar yapılmış ve bu çalışmalarda balgam sitolojisi, akciğer grafisi gibi tanı yöntemleri tarama testi olarak kullanılmıştır. Bu çalışmaların sonuçları incelendiğinde ne yazık ki kansere bağlı ölüm oranlarında tarama testi uygulanan hasta grupları ile uygulanmayan gruplar arasında önemli bir farklılık görülmediği saptanmıştır. Bununla birlikte sigara içen 40 yaş üzerindeki bireylerde en azından yılda 1 kez akciğer grafisi çekilmesi erken tanı için önerilebilir.

Pnömoni (Zatürre)

Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni bakteri, virüs ve nadiren parazitlerin neden olduğu akciğer enfeksiyonu olarak tanımlanır. Akciğerde meydana gelen bu enfeksiyon, alveol adı verilen havayla dolu küçük akciğer keseciklerine iltihap hücrelerinin birikmesine ve yine bu alana kan damarlarından gelen serumun dolmasına neden olur. İçleri serum sıvısı ve iltihap hücreleri ile dolan, yani hava içeriğini kaybeden alveoller solunum işlevlerini yerine getiremezler. Eğer pnömoni yaygın ise hastada solunum yetersizliği görülebilir.

Bağışıklık sistemi normal olan bireylerde pnömoniye neden olan mikroorganizma hastane ortamından ya da hastane dışı ortamdan akciğere yerleşerek enfeksiyona neden olabilir. Bu nedenle hastanede yatan bir hastada, yatıştan 48-72 saat sonra meydana gelen pnömoni hastane kökenli pnömoni, buna karşın hastane ile ilgisi olmayan bireylerde meydana gelen pnömoni ise toplum kökenli pnömoni olarak adlandırılır. Biz bu yazımızda daha çok toplum kökenli pnömonilerden söz edeceğiz.

Toplum kökenli pnömoni için risk faktörleri nelerdir ?

+ İleri yaş,
+ Sigara kullanımı,
+ Aşırı soğuk havaya maruz kalmak,
+ Kronik bir kalp ya da akciğer hastalığının varlığı,
+ Alkolizm, madde bağımlılığı,
+ Bilinç bozukluğu ile seyreden bazı nörolojik hastalıklar,
+ Öksürük refleksinin bozulması,
+ Yabancı cisim aspirasyonu,
+ Zararlı gazlara maruz kalmak,

gibi bazı faktörler pnömoni için risk faktörleri olarak sıralanabilir.

Pnömoni belirtileri nelerdir ?

Pnömoni genellikle ateş, boğaz ağrısı gibi üst solunum yolu enfeksiyonu belirtilerini takiben başlar ve hastalarda bu belirtilerden 2-3 gün sonra yüksek ateş, titreme, hızlı soluk alıp verme, halsizlik, öksürük, balgam çıkarma, nefes almakla batıcı tarzda göğüs ağrısı ve hastalığın ciddiyeti ile ilişkili olarak nefes darlığı, siyanoz gibi semptomlar ortaya çıkar. Atipik seyirli pnömonilerde baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi belirtiler de olabilir. Hastaların birçoğunda dudak ve dudak çevresinde uçuk görülebilir.

Tanı

Yukarıdaki belirtilerle hekime başvuran hastada fizik muayenede saptanan yüksek ateş, ağız çevresinde herpes enfeksiyonlarına bağlı uçuk; dinlemede akciğerde pnömoniye özel solunum seslerinin duyulması gibi bulgular hekimi pnömoni tanısına yöneltir. Pnömonili hastalarda sedimantasyon hızı ve kandaki lökosit sayısının arttığı saptanır ve nihayet akciğer grafisinde görülen bazı değişiklikler ile yukarıda sayılan klinik bulguların ışığında pnömoni tanısına ulaşılır.

Pnömoni Tedavisi

Pnömoni tanısı konulan hastada hekim öncelikle hastanın klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularına dayanarak tedavinin evde mi yoksa hastane koşullarında mı yapılacağına karar verir.

Aşağıdaki kriterlerden birinin varlığında hasta hastane koşullarında tedavi edilmelidir.

+ 65 yaş üzeri hasta,
+ Kronik akciğer, kalp veya böbrek hastalığı varlığı,
+ Alkolizm veya madde bağımlılığı,
+ Evde 3 günlük antibiyotik tedavisine yeterli yanıt alınamayışı,
+ Bilinç bozukluğu,
+ Aşırı tansiyon düşüklüğü,
+ Akciğer grafisinde yaygın pnömoniye ilişkin bulguların varlığı,
+ Lökosit sayısının çok yüksek ya da çok düşük oluşu,
+ Tabloya plörezinin eşlik etmesi,
+ Böbrek yetersizliği tablosu gelişmesi,
+ Aşırı kansızlık,
+ Solunum sayısının çok artması,
+ Siyanoz varlığı

Yukarıdaki kriterleri taşımayan, genel durumu iyi olan genç hastalarda yakın takipte kalmak şartıyla evde antibiyotik tedavisi ve istirahat önerilir. Kullanılacak antibiyotiğe pnömoninin klinik bulguları ve olası etken mikroorganizma türüne göre hekim karar vermelidir. Yetersiz antibiyotik kullanımları tablonun ağırlaşmasına neden olabilir. Tedavinin ilk 3-5 günü içerisinde ateş düşer, diğer belirtiler geriler ve hastalık genellikle 1-2 haftada tam olarak iyileşir.

Hastane koşullarında tedaviye alınan hastalarda da derhal olası etken mikroorganizmalara yönelik antibiyotik tedavisi başlanılır. Tedavi sırasında eğer gerekli görülür ise balgam muayeneleri, kan kültür çalışmaları ve diğer bazı tetkikler istenebilir. Bu tür hastalarda antibiyotik tedavisi ile birlikte altta yatan akciğer, kalp ya da böbrek hastalığına yönelik tedaviler ve diğer destekleyici tedavi yöntemlerine başvurulur. Tüm bu çabalara rağmen solunum yetersizliği tablosu gelişen hastalarda yoğun bakım ve mekanik ventilasyon desteği sağlanmalıdır.

Pnömoni bazı olgularda tümör ya da yabancı cisim gibi bronşta tıkanmaya neden olan bir süreç arkasındaki akciğer alanında ortaya çıkabilir (obstrüktif pnömoni). Bu tür olgular genellikle antibiyotik tedavisine kısmi direnç gösterebilirler ancak bazen de uygulanan tedavi ile pnömoni ve pnömoninin röntgen bulguları tamamen düzelebilir ve altta yatan hastalık gözden kaçırılabilir. Bu nedenle özellikle sigara kullanan 40 yaşından büyük hastalarda tedavi sonrası bronkoskopik değerlendirme ile bronş içi tıkayıcı bir hastalık olup olmadığı kontrol edilmelidir.

Pnömoniden korunma

Pnömoniden korunmak için KOAH, bronşektazi, astım, kalp yetersizliği gibi kronik hastalıkların varlığında ve ileri yaştaki hastalarda, pnömoni ve grip aşılarının hekim kontrolünde uygulanması gerekir.

Akciğer embolisi (pulmoner emboli)


Akciğer embolisi, akciğer atardamarı veya onun dallarından bir ya da birkaçının kan pıhtısı ile tıkanması sonucu ortaya çıkan klinik tablodur. Akciğer embolisi derin ven trombozu adı verilen genellikle bacak ve veya baldır toplardamarlarında oluşan pıhtının bir parçasının yerinden kopup dolaşıma katılması ve nihayetinde akciğer atardamarına gelerek burada bir tıkanmaya yol açması ile oluşur. Yani akciğer embolisini başlı başına bir hastalık olmaktan çok derin ven trombozunun komplikasyonu olarak ele almak daha doğru bir yaklaşımdır.

1856 yılında Wirchow derin ven trombozu ve dolayısıyle pulmoner emboli oluşumu için risk faktörlerini tanımlamış ve bu risk faktörlerini 3 grupta ele almıştır.Wirchow'a göre, kanın damar sisteminde dolaşımının yavaşlaması veya durması yani venöz staz, bireyin pıhtılaşma sisteminde aşırı pıhtılaşma yönünde bir farklılaşma olması (hiperkoagülabilite) ve damar duvarında hasar oluşması derin ven trombozu için risk oluşturmaktadır.

Venöz staz'a neden olarak pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :

+ Uzun süreli olarak yatakta hareketsiz kalmak (ameliyat sonrası dönemde veya yatalak hastalarda),
+ İleri yaş,
+ Ciddi KOAH,
+ Pelvik venler, bacak ve baldır venlerinde kan akımında azalmaya yol açan gebelik; batın içi tümörler,
+ Kalp yetersizliği,
+ Varisler,

Aşırı pıhtılaşma nedeniyle pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :

+ Aşırı pıhtılaşmaya neden olan genetik faktörler,
+ Kanser hastalığı, bazı böbrek hastalıkları, gebelik, bazı kan hastalıkları,barsak hastalıkları, doğum kontrol ilaçları gibi bazı ilaçlar,
+ Aşırı kilo,

Damar duvarının hasarı yoluyla pulmoner emboli için risk oluşturan durumlar :

+ Travma,
+ Cerrahi girişimler en önemli risk faktörleri olarak sıralanabilir.

Hastalık belirtileri nelerdir ?


Akciğer atardamarının uç dallarını tutan küçük pulmoner emboli olgularının çoğunda klinik bulgu yoktur yada hafif göğüs veya yan ağrısı, hafif nefes darlığı gibi çoğu kez hastanın hekime başvurmasını gerektirmeyecek belirtiler vardır.Daha büyük damarların veya daha çok sayıda akciğer atardamarının tıkandığı olgularda ise şiddeti değişmekle birlikte ani başlangıçlı nefes darlığı, göğüs, sırt veya yan ağrısı, öksürük ve hemoptizi (kan tükürme) görülür.

Hafif şiddetteki olgularda hekimin fizik muayene bulguları normaldir hatta çok daha büyük damarların tıkandığı birçok olguda da muayene bulgusu olmayabilir.

Tanı

Pulmoner embolide erken tanı hayat kurtarıcıdır. Yapılan çalışmalarda hastanede yatan hastalarda önlenebilir ölüm nedenlerinin başında pulmoner embolinin geldiği saptanmıştır. Yine pulmoner emboli nedeniyle yaşamını yitirmiş hastaların büyük çoğunluğunun tanı konulamamış ve dolayısıyla tedavi başlanamamış hastalar olduğu görülmektedir. Ancak tüm bunlara karşın pulmoner emboli tanısının konulması çoğu kez pek kolay değilidir ve deneyim gerektirir. çünkü hastalık belirtileri spesifik değildir yani başka hastalıklarda da karşımıza çıkan belirtilerdendir ve çoğu kez fizik muayene ve ilk planda yapılan akciğer grafisi, EKG, hemogram gibi tetkikler normaldir.Tanı için hastadan ayrıntılı bir anamnez alınması gerekir ayrıca hekim gerek anamnez alırken ve gerekse tetkikleri isterken pulmoner emboli olasılığını düşünmeli ve buna yönelik olarak hastada risk faktörü varlığını araştırmalıdır. Risk aktörlerinden bir veya birkaçının varlığı ile birlikte bir başka nedene bağlanamayan ani nefes darlığı ve arter kan gazı analizinde kandaki Oksijen miktarında düşme saptanması durumunda pulmoner emboli akla gelmelidir. Tanı için standart akciğer grafisi, arter kan gazı analizi, EKG, EKO kardiografi, bacak ve baldır toplardamarlarının Dopler ultrasonografisi, akciğer sintigrafileri ve spiral BT gibi yöntemlerden yararlanılır.

Tedavi

Pulmoner embolide tanı konulur konulmaz pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar ile tedaviye başlanmalıdır. Hatta risk faktörlerinin mevcudiyeti halinde birçok olguda kesin tanı konulmadan önce yani tetkikler devam ederken tedavi başlanılır. Tedavi süressi genellikle 3-6 ay arası olup genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülen olgularda bu süre daha uzun tutulur. Bu tür olgularda yaşam boyu tedavide önerilebilir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp